Ljupko Petrović’in Anılarıyla 1991 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu : Zvezda, Artık Avrupa’nın Yıldızı

* Balkan Futbolu e-Fanzin 1. sayısı için (e-fanzini okumak için: tık) bu yazıyı kaleme almıştım aylar önce. Sadece fanzin ile sınırlı kalmasın istedim ve bloga ekledim. Bu yazı, dönemin teknik direktörü Ljupko Petrovic'in Şampiyonlar Ligi kupasına giden serüvenden anılarını içermektedir. Yazıyı kaynak göstererek paylaşmanızı rica ederim. Keyifli okumalar dilerim.

Birinci Tur | Rakip: Grasshoppers

Grasshoppers'a karşı son maçımızı oynuyormuş gibi hazırlandık. Kula Aćimović ve Žota Antonijević ile birlikte Grasshoppers’ı 3 kez izledik. Onlardan daha iyi olduğumuzu biliyorduk ancak performansımızı sahaya yansıtmadıkça bunun bir anlamı olmadığının farkındaydık. Hiçbir şeyi şansa bırakmamalıydık.

Belgrad’daki maç öncesinde oyuncularıma, harika bir teknik direktör olan Ottmar Hitzfeld’in takımına karşı oynadığımızı ve çok dikkatli olmamız gerektiğini söyledim fakat sahada gördüğüm oyun sonrasında uyarılarımın oyuncularıma ulaşmadığını itiraf etmeliyim. Binič, eşitliği sağlayan golü atmasına rağmen daha fazlasını yapamayacağımızı biliyordum. Maçın 1-1 sonuçlanması için Tanrı’ya adeta yalvardım.

Maç sonrasında taraftarlarımız beni ilk (ve son) kez yuhaladılar. Maç sonunda uzatılan tüm mikrofonlara, takımımızın kötü oynadığını ama rövanş maçını kazanarak turu geçeceğimizi cesur bir tavırla söyledim. Ağzımdan çıkanın sahaya yansıması için psikolojik açıdan takımı hazırlamak zorundaydım. Pančev ve Binič başta olmak üzere bazı oyuncularımı da dinlendirme yolunu seçtim.

Oyuncularım rövanş maçı öncesinde sahada ölmeye hazırdı. Hem basına hem de taraftarlara çok daha değerli olduklarını göstermeye istekliydiler. Maçtan önce takımla yaptığım konuşmada Grasshoppers’ı geçersek finalde oynayacağımızı; bir tarafının cennet, diğer tarafının da cehennem olduğu kritik bir yol ayrımının eşiğinde olduğumuzu söylemiştim.

Cennete giden yolu seçtik ve 4-1’lik galibiyetle tur biletini cebimize koyduk. Oyuncularım inanılmaz bir özveri gösterdiler. Pančev’in kariyeri boyunca en çok koştuğu maçı oynadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Hem hücumda, hem de savunmada rakibi adeta “yedi, bitirdi".

İkinci Tur | Rakip: Glasgow Rangers

Glasgow Rangers o yıl İngiliz, İskoç ve Hollandalı futbolculardan oluşan harika bir takımdı. Bu tura hazırlanmak için gece gündüz çalıştık. Dundee United’da oynayan Milos Drizič, İskoçya ligini ve Rangers’ı tanıdığı için gözlemlerimizle örtüşen gözlemleriyle bize Glasgow’da çok yardımcı oldu.

İlk maçta Radinovič’in müthiş performansıyla Pieter Huistra ve Mo Johnston’ı durdurmayı başardık. Prosinečki ve Jugovič orta sahada harikalardı ama bana göre maçın oyuncusu, sakatlanan Savičevič’in yerine oyuna giren Stosič’ti.

İlk maçta İskoçlar bizi yanlış analiz etmişlerdi ve 3-0’lık skorla haklı bir galibiyet aldık.

İkinci maç öncesinde yaptığımız taktik idmanda, rövanşta İskoçların futbol anlayışını değiştirerek daha çok hücum oyuncusuyla sahaya çıkacaklarını ve uzun toplarla atak yapacaklarını oyuncularımıza anlatmıştım. Tahmin ettiğim gibi; 4-2-4 taktiğiyle rövanş maçına çıktılar.

Ally McCoist, Hateley, Walters ve Dodds ile kalemize gelmeyi düşündüler. Ben de 4’lü defansımıza ek olarak Belodedici’yi defansif libero olarak sahaya sürdüm. Sabanadzovič’e sol bekte oynayıp McCoist’i savunacağını söylediğimde şok olmuştu ama görevinin üstesinden gelmeyi de bildi.

Dika (Stojanovic) sakatlanıp yerine Kaluderovič girdiği zaman biraz endişelendim ama Kaluderovič işini çok iyi yaptı.

52. dakikada, tam zamanında Pančev’in golüyle öne geçtik. 76. dakikada Ally McCoist skoru eşitledi ve maçı tura yetecek skorla tamamlamayı başardık.

İskoçya’dan 1-1’lik beraberlikle dönerek kış mevsimini Avrupa’da geçirme planımız gerçekleşmişti. Bu planımızın daha da ileriye gitmesi için, ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmemiz gereken (olumlu sonuçlanacağına dair hiç şüphem yoktu) bir transfer vardı : Sinisa Mihajlovic.

Çeyrek Final | Rakip: Dinamo Dresden

Asistan koçum Pižon (Vladimir Petrovic), Dinamo Dresden’i 10 gün boyunca izledi; değerli gözlemlerini not aldı. Dresden’de Uwe Rösler ve Torsten Gütschow gibi uykularımı kaçıracak oyuncular vardı fakat uykumu kaçıran asıl şey, Najdoski’nin yokluğuydu.

Dinamo’nun “en tehlikeli” bulduğum bu iki oyuncusunu Marovic ve Sabanadzovic ile savunmaya karar vermiştim. Maç öncesi konuşmamda, takımdan iki konuda güvence istedim: “Belgrad’da gol yemeyeceğiz ve Şampiyonlar Ligi kupasını kazanacağız.”

İlk maçta kusursuz, olgun ve dikkatli bir oyun oynayarak 3-0 kazandık ve yarı finalin kapısını araladık.

Rövanş maçında olanları zaten biliyorsunuz. Maç başlangıcında içimde bir korku vardı ama oyuncularım sahada tüm direktiflerime uyarak oynadılar. Dresden taraftarlarının öfkesi nedeniyle hakem maçı durdurmak zorunda kalmasaydı; ev sahibine bir felaket yaşatabilirdik. Hükmen galibiyetle yarı finale çıkmak sevindiriciydi.

Yarı Final | Rakip: Bayern Münih

Kura çekimi öncesinde Bayern’i rakip olarak asla istemedim çünkü ilk antrenmandan itibaren “Futbol basit bir oyundur. 22 kişi 90 dakika bir topu kovalar ve sonunda hep Almanlar kazanır” sözü kafamı kurcalıyordu. Dzajic ise benim aksi düşüncemdeydi. Kura çekiminden önce Bayern’i rakip olarak görmek istediğini; kuradan sonra da Münih’te kazanacağımızı söylemişti. Dzajič’in bu sözleri zihnimdeki düşünceleri de olumlu yönde değiştirdi çünkü Dzajic asla boş yere konuşmazdı.

Bayern’den korkmuyordum ama turu geçebilmek için oyunumuzun en iyi versiyonunu sahaya koymamız gerektiğini biliyordum. 12 gün boyunca, Bayern’in bizi hiçbir koşulda şaşırtamayacağı şekilde bu maça hazırlandık ve ilk düdükten itibaren bu şekilde oynamaya çalıştık.

Roland Wohlfarth’ın golü beni kuşkuya düşürmüş olsa da; 45. dakikada Pančev’in golüyle beraberliği yakalayışımız bana huzur getirdi.

Soyunma odasına girdiğimizde oyuncularıma, Bayern’in gergin olduğunu ve akıllı davranarak onları cezalandırmamız gerektiğini söyledim. Hem benim oyuncularıma; hem de oyuncularımın kendilerine olan güveni tamdı.

2. yarıda takım en iyi oyununu oynadı; adeta bir Alman gibi oynadık ve Savičevič'in golüyle 2-1 kazanan taraftık. Belgrad’daki maçta Almanlar beyaz bayraklarla gelmeyeceklerdi; bu yüzden bu zaferin elimizden alınmaması için elimizden geleni yapmalıydık.

Belgrad’daki maça kadar geçen 14 gün boyunca her türlü rehavetten uzak durmaya çalıştık. Oyuncuların tamamında bir coşku hakimdi ve onların sadece sahaya konsantre olmaları gerekiyordu.

Belgrad’daki rövanş maçında harika bir ilk yarı oynadık ve soyunma odasına Mihajlovič’in golüyle 1-0 önde girdik. İkinci yarıda ise oyuncular kendilerini daha çok göstermek için anlamsız bir rekabete girdiler. Karşımızda sanki Alman devi Bayern değil de, Tuzla’dan Sloboda varmış gibi oynamaya başladılar. Augenthaler’ın attığı gol ve 5 dakika sonra Bender’in golüyle geriye düşüşümüz soğuk duş etkisi yarattı.

90. dakikada finalin kapısını aralayan o gol… Tribünlerden o anda gerçek dışı bir enerji geldi. O anda nerede, ne yaptığımı hala hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde, herkes zıplayıp stadyum çılgına dönmüşken benim aklımda sadece oyuncu değişikliği yapmak vardı.

Stosič’i oyuna aldıktan sonraki 4 dakika benim için 4 yıl gibiydi. Son düdük çaldıktan sonra stadyumda, hayatım boyunca görmediğim türden bir kutlama vardı. Taraftarlar sahaya inerek kelimenin tam anlamıyla “her şeyi” aldılar. Oyuncularım iç çamaşırlarıyla kaldılar. İnanılmazdı.


Final | Rakip: Marsilya

Bari'deki final maçına da tıpkı diğer maçlarda yaptığımız gibi sıkı bir şekilde hazırlandık. Marsilya’nın bütün maçlarını izledik ve analiz ettik. Marsilya'nın Spartak Moskova ve Milan ile oynadığı maçları izlediğimizde Marsilya'nın iki takımı da aynı şekilde elediğini fark ettik. Rakibin atak yapmasına izin veren fakat Wodl, Papen ya da Pele'nin hamleleriyle bir anda rakibi mat eden bir oyun... Savunmamızın arkasında asla boş alan bırakmamalıydık.

Maçtan birkaç gün önce soyunma odasında oyuncularıma maç taktiğini verdiğimde, Savičevič'in başını çektiği grup "bu taktikle onlara nasıl gol atacağız?" sorusunu bana yönelttiler. Bu soruya verdiğim cevabı dün gibi hatırlıyorum:

“Topu onlara bırakacağız, onları onların taktiğiyle yeneceğiz. Bu tarz bir oyunla gol atamayacağımızı düşünüyorsanız evet; gol atmayacağız hatta bu taktiği penaltılara kadar devam ettireceğiz. Dika (Stefan Stojanovič) penaltıları kurtaracak ve Avrupa şampiyonu biz olacağız. Her zaman çok gol atan ve seyir zevki yüksek bir futbol oynadık. Peki siz iyi oynayıp kupayı kazanmamayı mı; yoksa düşündüğüm gibi oynayıp kupayı kazanmamızı mı istersiniz?”

Tahmin ettiğim her şey final maçında gerçekleşti. Son penaltı öncesinde yüzüme götürdüğüm parmaklarımın arasından kaleye doğru bakarken; Dzajic başını omzuma yaslayarak “patron, 5 saniye sonra Avrupa Şampiyonu olacağız.” dedi ve cümlesini bitirmeden zaferimizi ilan eden o an yasandı. Sarılmalar, delice kutlamalar… Avrupa Şampiyonu olmuştuk. Yeteneğin, kalitenin ve sıkı çalışmanın karşılığını alarak Bari’de hayallerimizi gerçekleştirdik. Zvezda artık Avrupa’nın yıldızıydı.

  
Belgrad’da benzeri görülmemiş bir şölen vardı. Otoyol kenarları, stadyum çevresi ve Maracana hıncahınç insan doluydu ve kupanın ellerimize kalktığı anlara tanık olmak için gelmişlerdi. Hayatımda bu kadar çok insanı bir arada daha önce görmemiştim.

Geçen yıllara baktığımda, yılın her 29 Mayıs’ında bu başarının büyüklüğü daha çok anlam kazanıyor diyebilirim. Bu zafer unutulmadı ve unutulmayacak.